Sektörel Dernekler Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Avcı, kur artışının devam etmesi durumunda, özellikle enflasyondaki yükselişe paralel ilave zorluklar yaşatacağını belirterek iflas ile konkordatoların artacağını açıkladı.
Koronavirüs krizinden yüzde 69 ile mikro ve küçük ölçekli işletmelerin en fazla etkilenen yapılar olduğunu kaydeden Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFED) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Avcı, “Doğu illerimizdeki işletmelerin yüzde 38’inde çalışan sayılarının azaldığını belirtiyor. Bu oran İstanbul’da yüzde 14. Ekonomik durgunluk sonucu yaşanacak istihdam kaybına ülkemizin tahammülü yok” dedi.
Cumhuriyet gazetesinden Şehriban Kıraç’ın sorularını yanıtlayan Avcı, yaptıkları araştırmalarda işletmelerin özellikle ikinci dalgaya hazır olmadığına dikkat çekti. İşte Avcı’nın açıklamaları:
– Döviz kurunda geçen hafta ciddi artış yaşandı, nasıl yorumluyorsunuz?
Uzun zamandır Merkez Bankası (TCMB) kurdaki stabiliteyi devam ettirmek için farklı yollar deniyordu. Yabancı yatırımcı tarafında azalan kredibilite ve bayram tatili sonrası yurtdışı TL piyasasında yaşanan sıkışıklık sonucu swap faizlerinin ani tırmanışının ardından, paramız hızla değer kaybetti. Döviz cephesinde yaşanan artışın dengeye gelmesi çok önemli. Önümüzdeki süreçte tedavi için TCMB tarafından açıklanan hedefli likidite imkânlarının kademeli olarak azaltılması belki bir noktada tekrar döviz kurunu baskılayacak. Nitekim TCMB’nin ortalama fonlama faizinde yükseliş gözlemliyoruz. Kur artışının devam etmesi durumunda özellikle enflasyondaki yükselişe paralel ilave zorluklar yaşama ihtimalimiz kuvvetli. Bu nedenle TL tarafında yaşanan kredibilitenin yabancı yatırımcı tarafından yeniden pozitife dönmesini de sağlamak önem taşıyor.
– Kurdaki artış iş dünyasını ve reel sektörü nasıl etkileyecek?
İş dünyası toparlanma sürecinde yeni ürün ve hizmetlere odaklanacak önemli yatırım kararlarını daha cesaretli almaya başlamıştı. Kurda yaşanan ani dalgalanmanın bu yatırım kararlarında temkinli bir ruh halini devreye aldığını gözlemliyoruz. Döviz kurunun tüketici fiyatlarına, ithal aramalı ve nihai ithalat malları üzerinden geçişi söz konusu. Özellikle doğalgaz ve petrol fiyatlarındaki artış üretim maliyetlerini artırıyor. Bu tür döviz artış baskısı, yüksek enflasyonun olduğu dönemlerde pek çok kararın, maalesef “bekle-gör” evresine bırakılmasına neden oluyor. Yaşanan artış, gelirleri TL ve yükümlülükleri döviz olan reel sektörde fazlasıyla hissedilecektir. Finansmana erişim sıkıntısı ve finansal tablolarında kötüleşme söz konusu olabilir. Üretim maliyetlerindeki artışın da firmalara ek bir yük oluşturması olası görünüyor. İhracat gelirlerimizi de olumsuz etkileyebilir.
– Covid-19 için bir hasar tespit çalışması yaptığınızda, iş dünyasında ortaya çıkan tabloyu özetler misiniz?
Pandemi dolayısıyla küresel ekonominin adeta kepenk kapatması, ülkemizde de etkisini hissettiğimiz bir süreci başlattı. Üyesi olduğumuz TÜRKONFED çatısı altında yürüttüğümüz çalışmalarımızda Covid-19’dan en fazla mikro ve küçük ölçekli işletmelerimizin etkilendiğini gösteriyor. Yüzde 69 ile mikro ve küçük ölçekli işletmelerimiz krizden en fazla etkilenen yapılarımız oldu. Büyük firmalarda bu oran yüzde 31’lerde kaldı. Sektörler bazında faaliyetini durduranların oranı konaklama ve yiyecek sektöründe yüzde 72, eğitim hizmetlerinde yüzde 50, inşaatta ise yüzde 27. Dış ticaret yapmayan şirketlerin yüzde 31’i faaliyetini durdururken, dış ticaret yapanlarda bu oran yüzde 14 oldu.
– Önemli bir borç yüküyle Covid-19 krizine yakalanan işletmelerde, neler bekliyorsunuz yeni iflaslar gelir mi?
Salgın devam ettiği sürece pek çok sektör ve KOBİ’lerimiz bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu da iflas, konkordato, birleşme ve satın alma haberlerini daha sık duymamıza yol açabilir. Açıklanan paket ve kararların operasyonel güçlükler taşıması, sektörlerimiz ile yaptığımız istişare ve araştırmalarımızın sonuçları da mevcut ekonomik tedbirlerin yeterli kalmayacağına, bu tedbirlerin kapsamının ve kaynak miktarının artırılması gerektiğine işaret ediyor. Araştırmalarımızda firmaların yüzde 61’inin kısa çalışma ödeneğine başvurduğunu, kalan yüzde 39’unun ise çoğunlukla ihtiyaçlarını karşılamadığı veya firmaları yeterlilik koşullarını karşılamadığı için başvurmadıklarını söyledi. Cirosu azalan firmaların da yarısının bu destekten yararlanabildiğini görüyoruz. Bu süreçte finans sektörünün kredi kanallarını açması da sektörlerimiz ve işletmelerimizin likidite sıkıntısını bir nebze olsun rahatlatacaktır; çünkü şu anda bir likidite kapanı içerisindeyiz. Kredi talebinin artmasının önemli bir nedeni, vadesi geçmiş alacakların ödenmemesi üzerine sıkıntıya düşen KOBİ’lerin daha fazla kredi kullanmaya ihtiyaç duyması.
– Üyelerinizin şu anda en fazla endişelendikleri noktalar neler?
Yaptığımız saha araştırmaları ve Anadolu iş dünyasıyla görüşmelerimizde de bir ikinci dalga korkusunu gözlemliyoruz. İşletmelerimizin özellikle ikinci dalgaya hazır olmadığını söyleyebilirim. Nakit ihtiyacı ve tedarik zinciri güvenliği arasında önemli bir bağlantı söz konusu. Ege’deki firmalarımızın yüzde 27’si İstanbul’daki işletmelerimizin de yüzde 19’i tedarik zincirinde sıkıntı yaşadığını söylüyor. Önümüzdeki dönemde tedarik zincirinde yaşanabilecek olası aksaklıklar, büyük ölçüde finansman ve ödeme sorunlarından kaynaklanacak gibi görünüyor. Alacaklarını tahsil edemeyen firmalar, ödemelerini zamanında yapamayacak ve bu bir döngü şeklinde potansiyel olarak çok sayıda KOBİ’yi etkileyebilir. Merkezi hükümet ve yerel yönetimler, STK’ler, iş dünyası ve çeşitli disiplinlerden insanların sorunlara birlikte çözüm bulması gerekiyor.
– Türkiye için şu anda en acil çözülmesi gereken sorun hangisi?
Üretim şemsiyesi elimizdeki istihdamı ve işgücüne katılımı artıracak tek güvencemiz. Özellikle her 4 gençten birinin işsiz olduğu bir noktada, istihdamı artırmanın yolu üretim ekonomisinden geçiyor. Mevsimsellikten arındırılmış verilere göre, çoğu hizmet sektöründe olmak üzere yaklaşık 1 milyonluk bir istihdam kaybımız söz konusu. Doğu illerimizdeki işletmelerin yüzde 38’i de çalışan sayılarının azaldığını belirtiyor. Bu oran İstanbul’da yüzde 14. Ekonomik durgunluk sonucu yaşanacak istihdam kaybına ülkemizin tahammülü yok. İstihdamı korumak, hatta verimlilik esaslı bir kalkınma hikâyesi için artıracak politikaları hayata geçirmeliyiz. Uzlaşmayı ve istişareyi önceliklendiren bir politik söyleme ihtiyacımız var. İnsan hayatının söz konusu olduğu böylesi olağanüstü dönemlerde kutuplaşan ve ayrışan siyasi söylemler yerine konuşmanın, uzlaşmanın ve sorunun değil çözümün bir parçası olarak ortak akılda buluşmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.
– Türkiye ekonomisi için bir kurtuluş reçetesi var mı?
Üretim ekonomisi tek çıkış yolumuz. Yüksek katma değer yaratacak bir üretim ekonomisi toplumsal refaha giden yolun anahtarı. Krizden çıkışı belirleyecek olan sağlık alanında yaşanacak gelişmeler. Şu aşamada gerek yaptığımız çalışmalar gerekse de küresel araştırmalar 2021’in ikinci çeyreğine uzanacak bir dönemi gösteriyor. Yeni tüketim alışkanlıkları ve iş yapma modelleri ile bu döneme hazırlanan, adaptasyon yeteneğini geliştiren sektörler öne çıkacaktır. Düzlüğe çıkmak için salgının seyrine göre birkaç yıl daha beklememiz gerekebilir.
– 2020 büyüme, enflasyon ve işsizlik öngörünüz nedir?
Ekonomiye dair öngörü yapmanın hayli zor olduğu bir dönemdeyiz. Sağlık sorununun ne zaman çözüleceği, en azından aşı ve ilaç çalışmaları ile ilgili somut çalışmalar ortaya konmadan, ekonomi tarafında sadece temenniler düzeyinde kalırız. Tünelin ucunda sağlık açısından bir ışık var ancak o tünelin uzunluğunu, ekonomik olarak alacağımız olağanüstü tedbirler belirleyecek. Büyümede en azından YEP’te öngörülen hedeflerin ötelendiği görülüyor. Maalesef şu durumda gerek Avro Bölgesi ve dünyanın geri kalanıyla ilgili gerek iç tüketim noktasında önümüzü görmemizi sağlayacak bir netlik yok. İkinci bir dalga gelmediği takdirde, daralmanın sert olmayacağı ihtimalini kuvvetlendiriyor, 2021’de ise pozitif bir ivme kazanacağımızı umuyoruz.
– Türkiye’de, kadına yönelik şiddet de had safhaya geldi, İstanbul Sözleşmesi konusunda ne diyeceksiniz?
Şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak tanımlayan İstanbul Sözleşmesi, kadının yaşama ve güvenlik hakkını koruyarak toplumsal refaha da katkı sağlıyor. Şiddete karşı ortak akıl ile hareket ederek bütüncül politikaların oluşturulmasını hedefleyen Sözleşme, “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ile eşit derecede önemli ve vazgeçilmez olduğunu düşünüyoruz. Gelişmiş bir ekonomi ve gelişmiş bir demokrasiye giden yol, kadının güçlendirilmesinden geçmektedir. Güçlü kadın, güçlü toplum ve güçlü ekonomi; güçlü demokrasi ve güçlü Türkiye demektir.
İlk yorum yapan siz olun